by

Kew Gardens, Kraliyet Botanik Bahçeleri

Benim gibi çiçek, böcek severlerin, doğada zaman geçirmekten hoşlananların mutlaka gitmesi gereken bir yer Kew Gardens. Gezmek için en az bir gün ayrılmalı, çünkü gezilecek çok yer var. Giriş ücretli, 16 pound kadar, ama verdiğiniz paraya değiyor. Zaten içinde sadece bitkiler, çiçekler, ağaçlar değil, galeriler, tarihi saray binaları, pek çok kafe, sergiler, bölümlere ayrılmış seralar, limonluklar da var. Şimdi biraz bunlardan söz edeyim. Burası adını 18. yüzyıl sonunda burada çalışan İngiliz Doğabilimcisi Sir Joseph Banks sayesinde duyurmuş. 1841 yılında devlete bırakılan kraliyet bahçelerinde 40 binden fazla bitki sergilenmekte. Aynı zamanda bahçecilik ve botanik alanında bir araştırma merkezi.

Temperate House denilen büyük bina dünyanın en büyük camdan serasıymış. 5 kıta ve 16 adadan toplanmış bitkiler var içinde. 1899 yılından kalma bu binada bitkiler coğrafi bölgelerine göre düzenlenmiş.


Sonra Palm House var. 1840’larda Decimus Burton yapmış. Victoria döneminin bu mühendislik harikası egzotik bitkiler barındırıyor. Yağmur ormanları ikliminde. Onu da gezdik tabii. Ama her yerde o kadar çok fotoğraf çekmişim ki, hepsi bir noktada birbirine karışıyor.

Wolfgang Buttress’ın yaptığı “The Hive” , Metal Kovan arıların gizli dünyasını ele veriyor gibi.

Marianne North Galerisinde ise botanikle ilgili 833 tane resim var. Ayrıca Shirley Sherwood Botanik Sanat Galerisinde Exotica sergisi vardı ki pek çok farklı bitkinin çizimini görebiliyordunuz.

Galeride dale Chihuly’nin camdan eserleride yer alıyordu. Zaten tüm Kew Gardens’ta cam eserleri sergide. Reflections on Nature sergisi gerçekten göz alıcıydı.

Saray kısmına geçmeden azıcık bahçeden fotoğraflar koyayım ve kapalı seralardan. Bir kere her yerde devasa ağaçlar var, meşe, kayın, kestane şu bu delirmek işten değil.


Sonra çeşitli bitkiler için ayrılmış özel bölmeler, seralar, limonluklar var. Örneğin nilüferler için ayrı bir kısım vardı.

Bonsailer için de ayrı bir bölüm açmışlar. Biraz daha genç olsaydım bu bonsai işine kesin başlardım.

Soğanlı bitkiler, laleler filan için bir bölüm de varmış, onu şimdi farkettim. Saatlerce gezmemize rağmen, oraya gitmemişiz. Açık alanda kaya bahçeleri ve çiçeklerin olduğu yerler vardı. Şimdi anımsadım bambuların olduğu yere de gitmek istedik, gidene kadar kapanmıştı. “Kaç saat gezdiniz de gidene kadar kapanmıştı” derseniz, 12’den yediye kadar oradaydık. Sabah altıda gitseymişiz, ancak bitecekmiş.

Tabii bir gölcük de vardı, içinde kuğular ve ördekler yüzüyordu.

Bazı açıklamalardan örnekler vereyim.

ve tabii tarihi yerler olarak da Great Pagoda, Kew Sarayı ve saray mutfağı, Kraliçe Charlotte’un Cottage’ı görülebilir. Great Pagoda da var. Rehberler belli zaman aralıklarında devreye giriyorlar, o zamanların giysilerini giymiş kızıl saçlı filan kızlar var. Bu Kraliçe Charlotte ve de kocası kral beyefendi George III’ün hayatı çok ilginç. Adamcağız akıl hastalığından muzdaripmiş. hemen evlendirmek istemişler. Duke Charles Louis Frederick and Duchess Elizabeth Albertine’in kızı olan Charlotte’u Almanya’dan kralla evlensin diye 17 yaşında İngiltere’ye getirtmişler.
Kraliçe de iyi eğitim görmemiş, daha sonra kızlarını eğitirken kendisini eğitmiş. Ünlü bestecileri desteklemiş. Mozart 8 yaşındayken sarayı ziyaret etmiş. ( 1764) Opus 3’ünü kraliçeye adamış. Kızlarını saraya kapattığı için, hepsi evlenerek kaçmak istemişler. En çok şaşırdığım da 15 çocukları olması. Bir durun kardeşim, parya mısınız 15 çocuk yapıyorsunuz ?? Her neyse işte bu sarayda çiftin hayat öyküsünü öğrenebilirsiniz, ben fazla uzatmayacağım, bugün internetin çekmediği Saklıköy’üme gideceğim, gitmeden bu yazıyı paylaşmak istiyorum, ama çok ilginç ayrıntılar var, saray mutfakları da pek ilginç.

Demem o ki eğer Londra’ya giderseniz gezmeden dönmeyin Kraliyet Bahçelerini, insana huzur veren bir yer.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *