by

Yedigöller – Safranbolu Gezisi / İkinci Gün

Sabah erken kalkıp kahvaltı ettik. Sonra Konağın önünden yokuş yukarı yola koyulduk. İstikamet Kent Tarihi Müzesi’ydi. Daha önce burada Kale varmış, 1904-1906 yılları arasında Hükümet Konağı inşa edilmiş.  1976 yılında bir yangın çıkmış, konak kullanılamaz hale gelmiş. Kültür Bakanlığı 2000 yılında restorasyon başlatıp 2006 yılında tamamlamış. Burası da Kent Tarihi Müzesi olarak hizmete açılmış. İçeri girince ayağınıza galoş veriyorlar. İlk defa bir müzeyi ayağımda galoş ile gezdim. Müze güzel düzenlenmiş, ilgiyle gezdik. Burada aynı zamanda Saat Kulesi, Saat Kuleleri Minyatürleri,Tarihi Cezaevi de bulunmakta. Cezaevi Kafeterya ve Restaurant olarak hizmet vermekte, 1906 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından yapılmış.

Daha sonra yürüyerek küçük bir köprünün olduğu yere geldik. Burası eskiden Tabakhaneymiş. Loncalar varmış. Küçük bir köprünün üzerinde bir Kahve vardı. Sahibi bizi davet etti. Onunla yarım saat kadar konuşup, birer kahve içtik. Köpeği Kıtmir ve kedisi Müezze ile başka bir kedisi ve onun yavruları da vardı. LC Waikiki ve Ramsey sahiplerinin Safranbolulu olduğundan bahisle, epeyce dedikodu yaptık. Kahvenin sahibi o bölgeyi kamulaştırmak istediklerini söyledi. Park yapmayı düşünüyorlarmış, “Halbuki tarihi değeri var, kimse bunu düşünmüyor.” dedi. Dönüş yolunda Eski Cami’ye rastladık.

Yol boyunca rastladığımız her bina ayrı güzeldi. Tabii rastladığımız kedi köpekleri de fotoğrafladım. Sonra yine Meydana indik. Bazı dükkanları gezdik. Buranın susamsız bir simidi olduğunu duymuştuk. Tarihi Safranbolu fırınından simit ve cevizli börek aldık. Simit tam bana göreydi. Simit sevmeme rağmen susam dokunuyor bana, o yüzden bu susamsız simidi sevdim. Sonra Kaymakamlar  Evi’ni gezdik.  Evin 19. yüzyıl başlarında yapıldığı sanılmaktaymış. Sahibi Safranbolu Kışlası kumandanı Hacı Mehmet Efendi’ymiş. Yarbay karşılığı Kaim- Makam olduğundan ev bu biçimde anılıyor. Ev 1979 yılında kamulaştırılıp, restorasyonu tamamlanmış. Hıdırlık Yokuşu Sokağı üzerinde. Odalardaki temsili mankenleri pek sevmedim. Zaten çoğu doğal olmaktan uzak. Evin yapısına odaklandım daha çok. Ama fikir edinmek isteyenler için her bir şeyin fotoğrafını çekmekten de geri kalmadım. Evi gezdikten sonra çarşının bir yerinde bir ev dolusu susak gördüm. Satın almak istediysem de satmıyorlarmış. Kedilere yardım parası topluyorlarmış fotoğraf çekenlerden. Kedilere biraz para bıraktım.

Çarşıdan ayrılmadan önce aldığımız son şey Safran soğanı oldu. Eve gidince bahçeye dikeceğiz. Satıcının dediğine göre bizim bahçe sert toprağı ve soğuk karakteriye bu safrana uygunmuş.

Saat 12’ye geliyordu, odamızdan eşyalarımızı alıp konaktan ayrıldık. Arabaya binip Yörük Köyüne doğru yola çıktık. Yörük köyü 1997 yılında sit alanı ilan edilmiş. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiş. 11 ve 15.yüzyıl arasında Kayı boyunun Kastamonu, Ankara bölgesine yerleştiği söyleniyor. Bu köye de Karakeçili Aşireti yerleşmiş. Safranbolu’ya 6 km uzaklıkta olan köyün girişinde mezarlık var. Yeni mezar taşları kadar eski mezar taşları da gözlemledik. Ama en ilginci iki tane mezar taşıydı ki, şimdiye kadar gıyabında mezar taşı görmemiştim hiç. Aslen Edirnekapı Şehitliğinde gömülü olan iki kişinin mezar taşları. İşte aşağıda :

 

Köydeki bitişik nizam evlerin bir kısmı restore edilmişse de bir kısmı çok eski, hatta yıkılma tehlikesi altında. Üzerlerine dikkatli olun, yıkılabilir yaftası konmuş. Köyde 93 Safranbolu Konağı ve 300 yıllık bir Çamaşırhane var. Köyün tarihinin 750 yıl öncesi olduğunu söylüyorlar. Köydeki Sipahioğlu Evi gezi amaçlı kullanılıyor. Bizi evin ailesinden kaldığını söyleyen bir bey gezdirdi. Öte yandan büyük dedelere bakınca aralarında 1907 doğumlu ve Galatasaray mezunu olduğu söylenen bir Sipahioğlu vardı. Sonraki nesil önceki ile pek uyuşmuyor. Daha sonra bir komşu “onlar bu evi satın aldılar,  gerçek Sipahioğulları hep öldü.”  dedi, artık ne kadarı doğru bilemem, ama bana da inandırıcı geldi. 300 yıllık bu evdeki süslemelerin anlamlarını , Bektaşi kültürüne göndermelerini dinledik, döndükten sonra da adamcağızın süslemeleri anlattığı bir videoyu buldum. İşte şurada, tembelliğime sınır yok 🙂

Daha sonra Çamaşırhane’ye gittik. Burada 12 dilimli ( Oniki İmamı temsil ettiği söyleniyor) göbek taşını gördük. Yörük ağalarının arasında Abdullah Karacık’ın resmini görmek de sürpriz oldu. Konaktan sonra gözleme ve ev baklavası yemeğe gittiğimiz ünlü Filiz teyzenin Çamaşırhaneyi anlattığı bir videosunu da buldum. Onu da şuraya ekliyorum.

Filiz teyzeden ev baklavası da aldık. ( Bu arada herkes öyle dediği için Filiz Teyze diyorum, kadıncağız muhtemelen benden gençtir. ) Filiz teyze biraz argo konuşmaktan hoşlanan bir hanım. Önceleri Sipahioğlu Konağını o anlatıyormuş. Şimdi sadece lokantayı işletiyor gözüküyor. Hatta İnternette bazı yerlerde konak sahibi olarak geçiyor adı. Sanırım ne o, ne de konağı anlatan kişi konağın gerçek sahibi.

Leyla Gencer Cemil İpekçi ve Gülgün Feyman buralıymış. Hatta Leyla Gencer’in köyün girişinde bir büstü var.

Yörük köyünde başka fotoğraflar da çektim, bir cami, bir çeşme ve tabii evlerle, kediler.

Köyden ayrıldıktan sonra Hadrianopolis kalıntılarını görmek umuduyla Eskipazar ilçesine doğru yöneldik. Eskipazar’ın içinde bir Saat Kulesi var. Bu kule sarı traverten taşından yapılmış.

Sonrası tam bir fiyasko oldu. Ortalıkta dağınık bazı taşlar ve kapısı kapalı bir bina içinde bazı mozaikler gördük. Kapının üzerine görevli cep telefonu numarası bırakmış gelirseniz arayın diye. Tam gidiyorduk gençten bir çocuk koşa koşa gelip kapıyı açtı. İnternetten okuduğum kadarıyla İS 6. yüzyıla ait 3 adet kilise varmış.15 x 23.5 m ebatlarındaki kilisede dört önemli mozaik bulunmuş. Burada sergilenenler bunlarmış. Ama ne bir açıklama, ne başka bir şey. Bazı buluntular da Kastamonu Müzesine götürülmüş.

Mengen’e eski yoldan gittik. Yol boyunca bitki örtüsü çok güzeldi. Bir ara inip kozalak topladım. Mengen’de bir şeyler yemeyi düşündük. Bu arada benim baba tarafım da Mengenlidir. yalnız Mengen’in aşçısı ünlü, ama lokantaları pek iyi değilmiş sanırım. Her lokanta için iki iyi şey yazılmışsa beş de kötü yorum vardı, orada yemekten vazgeçtik. Zaten hava da kararacaktı, çok oyalanmak istemedik.

Safranbolu bir buçuk günde gezilecek bir yer değil. Hıdırlık tepesini uzaktan fotoğrafladık, Türkiye’nin dördüncü büyük mağarası olan Bulak Mencilis Mağarasına gidemedik, keza Kristal Teras’a da gidemedik. Tokatlı Kanyonu üzerindeki İncekaya Su Kemerini de görmek nasip olmadı. Nasıl olduysa Köprülü Mehmet Paşa Camii ile Ulu Cami’yi  ( Ayastefanos Kilisesi ) de atlamışız. Az kaldığımız için Kuyu Kebabı yiyemedik. Cevizli yayım da yemedik. Bükme de yiyemedik. Ne de olsa belli bir kapasitemiz var. Daha sonra Kastamonu, Amasra gezisi yapmayı düşünüyoruz, ama bu kez de yine Safranbolu’ya zaman kalmayacak. Bakalım belki bir kez daha gelebiliriz kısmet olursa. Maşallah, inşallah filan diyeyim kedicikler gibi. Yine de epeyce yer gezdik. Siz de gidin, çok çok güzel.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *