by

Yine Eylül geldi

Resmi olarak Sonbahar geldi. Ben de her zamanki gibi rahatladım tabii. Malumunuz sıcak havaları hiç sevmiyorum. Renk renk şallara bürüneyim, kırmızı sarı sonbahar yapraklarını yerlerde göreyim,  terlemeden yürüyeyim, sıcak bir şey eşliğinde okuyayım yazayım, o günleri özlemiştim tabii. Bir de Korece ders eşliğinde yürüyüşlerime başladım, fena olmadı.

Bu yaz kışlık evdeki boya badana dolayısıyla Saklıköy’e erken gittim. Hala yorgan battaniye örtülen dönemde yani. Eylül ayında planladığımız İspanya gezisine kadar kalırım düşüncesiyle. Ama her zamanki gibi evdeki hesap çarşıya uymadı. Geçen yıl annemin ameliyatı nedeniyle erken kapamıştım sezonu bu yıl da Miço Bey hasta oldu. Evin en küçük üyesi siyamımız artık 15. 5 yaşında. Siyamlarda çok sık görülen böbrek yetmezliği, gözünün içine bakmama rağmen onu da vurdu. Önce az yemeye başladı , yaşlılığına verdik. Sonra su içmesi arttı ve neredeyse hiç yememeye başladı. Emin olup, kapıp veterinere götürmemiz biraz gecikti. Çünkü bir ara düzeliyor gibi olma hali bu hastalığa tutulan kediciklerde hep görülür ve sahiplerini yanıltırmış. Ondan sonra da önce veterinerde serum alma, iğneler, evde serum, evin her tarafına su ve böbrek hastalarına özgü mamalar koyma, hap yutturma, bugün dehidrasyonu var mı kontrolları, kustu mu, kendinde mi, hareketli mi , az dışarı çıkacağım, her şeyi tamam mı endişeleri, acaba bu yaşta eziyet mi ediyorum, bıraksam fişini çekmiş gibi mi olurum, bizimle kaldığı her gün bir nimet ama, ne yapmalı , ne etmeli kararsızlıkları sırayla yokladı. Zaten evin diğer üyelerinin de işleri tatile müsait değildi, yurtdışını iptal edip şehre geri döndük. Temmuz ayının ortasında. Sonra evde serum verme, veterinere haftada en az bir kez gitme, tatile gitmekten vazgeçme gibi kararlar alındı. En son gittiğimde veteriner “İğne yapmayı da öğretelim size, sonra da  franchising veririz artık.”  diyerek son noktayı koydu. Gerçek hayvanseverler bilir, sizinle yaşayan o canlı artık ailenin bir üyesidir. Doksan küsur yaşındaki yaşlı annenizi, babanızı nasıl ölsün diye tedavisiz bir kenara bırakamazsanız, onu için de endişelenir gözünün içine bakarsınız. Nasıl yaşlı bir kişi öldüğünde onu özlüyorsanız, bu kediniz, köpeğiniz, başka evcil canlarınız  için de böyledir. Ama bunu, bu konuya uzak olanlara anlatmak, anlamalarını beklemek zor. Size resmen uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar. ( Hoş, benimle ilgili hemen hemen her konuda böyle bir durum var )  Onlara gün içinde bile biraz uzun dışarda kaldığınızda kedinizin düğmesini kapatıp, kendini rölantiye aldığını, siz eve döndükten sonra yemeye , içmeye, tuvalete gitmeye kısacası yaşamaya başladığını anlattığınızda gözlerinde kafayı kediyle bozmuş bu, deli midir nedir  ifadesi olduğunu hemen anlıyorsunuz. Geçenlerde yakın bir akrabam anneme, “Nilgün zeki, donanımlı bir kız ama ne diye kafayı kedilere takmış ki” demiş. İçimden onun gibi insanlara takmaktansa bunu bin kat yeğlerim diye düşündüm. Artık insanlarla bu gibi konuları tartışmaktan da bıktım. Niye kedileri  köpekleri besliyorsun? Sokaklarda aç pek çok insan var. E onlara yardım edip etmediğimi nerden biliyorsun ? Ayrıca herkesin istediğine yardım etme tercihi farklı olabilir, bizde herkes kendisi yardım etmediği halde, bir de yardımın kime edilip edilmeyeceğine yetkili merci ( ! ) olarak karar verir. Beslenilen can sayısını makul bulup bulmama konusu da var. Bir ya da en fazla iki taneyse, eh katlanılabilir olarak görünüyor da birden fazla canı besliyorsanız, “crazy cat lady” konumuna yükseliyorsunuz. Hele bir de bekar , ya da çocuksuzsanız yandınız.   O zaman, çocuğu yok da onun için, evlenemedi de, ya da ayrıldı da onun için böyle önyargısını yediniz demektir. Ay kokar o ev, bütün parasını kediye köpeğe yatırıyor vs vs uzar da gider. Dediğim gibi artık bu konuda fikir beyan edenlere de hı hı deyip geçiştiriyorum, sinir bozacak o kadar çok şey var ki can sıkan, bazılarını görmezden gelmek gerekiyor.

 

Biraz da iyi konulardan söz edelim. Bu yıl bahçede meyvelerin çoğu çok iyiydi.  Özellikle dut daha önce hiç olmadığı kadar meyve verdi. Hem reçelini, hem de marmelatını yaptım. Keza süs erikleri, yeşil erik, kızılcık azdı kudurdu. Çilekler de öyle. Hepimizi şeker hastası yapacak kadar reçel yaptım bu yıl. Aslında güneşte kurutabilsem bazı şeyleri , özellikle elmaları, daha güzel olacak. Ama karınca, börtü böcek, yarasa biraz zor gibi.

 

Her zaman ektiklerim dışında bu yıl börülce, maş fasulyesi ve bamya da ektim. Gayet de güzel çıktılar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Sitemizin yaşlı köpeklerinden birisi maalesef öldü. Şimdi sitemizin iki yeni miniği var , çok sevimliler, sitede birlikte dolaşıp oynuyorlar.

 

 

Bu yıl sanırım iki kabak boyadım, iki tane de rüzgar çanı yaptım. Evet, son merakım rüzgar çanları 🙂 Kabakları, çanları, tahta süslemeleri, boncukları , hatta hindistan cevizi kabuklarını kullanıyorum.

Bu da kabaktan yaptığım bir samuray 🙂

 

Bu aralar Murakami’nin Karanlıktan sonra ve J. Tanizaki’nin Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın, Ayşe Aral’ın Haylaz Kalbim ve Louise L. Hay’in Düşüncenin İyileştirici Gücü adlı kitaplarını bitirdim.

Karanlıktan sonra Murakami’nin çok sevdiğim kitapları arasında ilk üçe giremez, ama yine de hoşuma giden yerleri oldu. Bazı yerleri alıntılayacak olursam :

” Maricik. üzerinde durduğumuz zemin var ya, çok sağlammış gibi görünür ama en ufak bir şey olduğunda, pat diye altımızdan kayıp gidebilir. Ve bir kez altımızdan çekilmeyegörsün, işte o zaman sonumuz gelmiş demektir , bi4r daha eskiye dönemeyiz. Sonrasında yerin altındaki o karanlık dünyada bir başımıza yaşamaktan başka çaremiz kalmaz. ”

” Biliyor musun ne düşünüyorum ? diyor sonra, ” İnsan denen şey, anılarını yakıt olarak kullanıp yaşamını sürdürüyor olamaz mı acaba ? O anıların gerçekte olup olmadığının, yaşamın sürdürülmesi açısından hiç bir önemi yok. Sadece yakıt. ister gazetenin reklam broşürü olsun, isterse felsefe yazıları, ister pornografik fotoğraflar olsun, isterse on bin yenlik kağıt para desteleri; ateşe verdiğinde hepsi sadece bir kağıt parçası değil midir? Ateş, “Aa, bu Kant! ya da ” Bu Yomiuri gazetesinin akşam baskısıé veya ” Vay, ne güel memeler bunlar böyle” diye düşünerek yakmaz onları. Ateşe göre bunların hepsi kağıt parçasından başka bir şey değildir. İşte tam da böyle. Önemli anılar, çok önemli anılar ve hiç bir önemi olmayan anılar… hepsi sadece ve sadece yakıt.”

J. Tanizaki de benim ilk kez okuduğum bir yazar. Henry Miller onun için ” Tanizaki en gözde yazarlarımdandır. Aşkı ve aşkın sapkın yönlerini anlatır kitapları demiş. Murakami de “Tanizaki, muhteşem bir yazar.” dediği için başka kitaplarını da almak şart oldu. Çok bilindik bir konuyu ustaca işleyerek kişiler arasındaki ilişkileri irdeleyen yazar kedi insan ilişkisini de çok iyi bilenlerden.

Ayşe Aral ise bizim neslin çok yakıdan tanıdığı Tekin Aral’ın kızı , Oğuz Aral’ın yeğeni, Kelebek’in köşe yazarı. Ne yazık ki anılarını anlattığı ilk kitabının çıkışını göremeyerek genç yaşta aramızdan ayrılmış. Çocukluktan beri hasta olan haylaz kalbinin dayanmamasından. Evliliğini, ayrılığını, hayata tutunma aşamalarını, arkadaşlarını , dünyayı nasıl gördüğünü, sıcacık samimi anlatımıyla okudum. Her ölüm erken  ölüm aslında, ama bazıları gerçekten erken.

Louise L. Hay’in ise daha önce de kitaplarını okumuştum. Bu kitabını okuduktan kısa bir süre sonra da öldü. Kitabının sonunda hayat için 101 Güçlü Düşünce var. Ben tabii yapım icabı pek çoğunu istesem de yapamıyorum, ama hoşuma gidenler var. Ne gibi mi , bir kaçını yazalım :

 

Bu yalnızca bir düşünce ve bir düşünce değiştirilebilir.

Düşündüğüm her şey geleceğimi yaratıyor.

Farkındayım.

Rüyalarım bir bilgelik kaynağıdır.

Yaratıcılığımı ifade ediyorum.

Hayata yeni kapılar açıyorum.

İlahi bilgelik bana rehberlik ediyor.

Güç noktası her zaman şu andadır.

Uçarak uzaklaşmadan önce, bu yıl için hedeflerimden birisinin de Astroloji öğrenmek olacağını söyleyeyim. Bu konuyla hep ilgiliydim, ama amatörlükten uzmanlık düzeyine geçmenin zamanı geldi bence. Japonca öğrenme ile ilgili isteğim, henüz kesinlik kazanmadı. Onun da zamanı gelecek sanırım.

Bloga daha sık yazma hedefimi de bugünden başlayarak gerçekleştirmeye çalışacağım. Ne kadar olacak göreceğiz.

 

 

 

6 Comments


  1. // Reply

    15.5 sene ha… dile kolay… Miço’ya gerçekten çok üzüldüm… Aileden biri bazense çok daha köklü bir kurulabiliyor, kedi köpek sahibi olmayanlarının asla anlayamayacağı… bir tür dostluk, arkadaşlık, companionship… Acil şifalar diliyorum. Bu arada, her zaman olduğu gibi çok güzel yazmışsın… zevkle ve merakla sonunda dek okudum…ellerine / zihnine sağlık…:)


    1. // Reply

      Teşekkürler Oğulcum, sen de kedili adam oldun artık, beni gayet iyi anlarsın 🙂


  2. // Reply

    Miço konusundaki durumu,kaygılarını ve hassasiyetini anlıyorum sevgili Nilgün.Şu anda evde baktığım 11 kedime ilaveten bahçede de bir kirpi ailesi var.Geçenlerde küçük kirby bahçe teline sıkışmış ama bunu farkedip oradan kendi kendine çıkamadığını anlamam ve müdahale edip kurtarmam 3 günü buldu..Endişemi anlatamam,yaralandımı,ölecek mi,ya bir daha gelmezse…Dediğin gibi başkalarının umurunda bile olmayan,bize deli muamelesi yaptıran endişeler bunlar.Ama o zavallı hayvanın telin içinde çaresizce,kıpırdayamadan bekleyişi…Biz çok farklıyız bunu anlayamayanlardan.Çok geçmiş olsun inşallah bu sıkıntılı süreci atlatırsınız.
    Ayşe ARAL cumhuriyette ve hürriyette yazardı,aklına geleni geldiği gibi yazdığı için çok da edebi bulmadığımdan pek takip etmezdim.Yaklaşık 1-1,5 yıldır medya’yla aram yok gazete almayı kestim,Tv sadece int.ten indirdiğim dizi/film seyrettiğim araç, o yüzden A.ARAL’ın vefatından haberim yoktu.Ne denir,huzur içinde yatsın gerçekten gençti..
    Eline sağlık Nilgüncüm,yine bekliyoruz güzel yazılarını.


    1. // Reply

      Teşekkürler canım, içerde, bahçede, sokakta , gerçekten yardım edilecek çok can var. Hayvancıkların sularını dolduran, çantasında kedi köpek mamasıyla gezen, kargalar, kuşlar, kirpiler ve pek çok hayvan için endişelenip yardımcı olanlardan Allah razı olsun.


  3. // Reply

    Harikasın Nilgün’cüğüm..
    Ayrıca sen de Eylül’ü sevenlerdensin benim gibi.
    Güzel yazılarını bile Eylül’den başlayıp, geriye doğru okuyacağım.
    Malum yazlığın internet sorunları. Yoksa Mavi Günler’e bayılıyorum.
    Beynine, kalbine, kalemine sağlık


    1. // Reply

      Çok teşekkür ederim Zeynepciğim.

Leave a Reply to Nilgun Gunaydin Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *