by

“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” *

348-no-longer-a-hypochondriac-C-WEB
İyi haber şu ki, artık hastalık hastası değilsiniz.

Evhamlı bir ailenin kızıyım. Çocukluğum sırtıma tentürtiyotla çizilen kafesler ve eve beş dakika geç kalsam babamın okul müdürünü doğrudan aramasıyla geçti. Bebekken çok hastalanmışım, iyi baktıkları için ölmemişim annemin dediğine göre. O yüzden hep bana bir şey olacak korkusunu taşımış. Artık nedeni bu mudur bilmiyorum ama, ben bir miktar hipokondriyakım, yani hastalık hastası. Özellikle baskı altında olduğum zamanlar kendimi kanser, ülser, sars, mers aklınıza gelebilecek ne hastalık varsa şüphelenirken yakalıyorum. Doktorlu filmler ve diziler sevmeme karşın, sonrasında ilk zamanlar kitapları, sonraları neti araştırdığımı itiraf edeyim. O yüzden de hastalıklar hakkında çok şey bilirim. Hatta oğlumu doktora götürdüğümde kullandığım terimler sonrası doktor hemen tıbbi terimler kullanmaya geçer, “Sektördensiniz sanırım.” derdi. Eşim de “Senin yüzünden çocuğun nesi varmış anlayamıyorum .”diye kızardı. Gittiğim bir filmin ilk beş dakikasında başrolün kanser olduğunu anlayıp, tası tarağı toplayıp çıkmışlığım da vardır. Woody Allen’ın İstanbul şubesi gibiyimdir anlayacağınız.

En kötüsü de hastalık hastası bir başkasıyla karşılaşınca başlıyor. Ben öğrencilik yıllarımda Felsefe hocası Arda Denkel ile karşılaşmıştım koridorda. Boğazında bir şey olabileceğiyle başladı, en kötü olasılığa kadar gitti. Aynaya bakıyor gibi olmuştum. Ne acıdır, 2000’de beyin tümörü nedeniyle kaybettik kendisini. Yani bu öyle bir şey ki, hem kötü olanı çağırıyorsunuz, hem de bazen gerçekten hasta olabiliyorsunuz. Bundan kurtulmak için denediğiniz çareler başınıza daha beter bela açabiliyor. Yıl 1992, oğlan iki yaşında, bel ağrısından geberiyorum. Ama bizim aile de bel fıtığı çok bilinen bir şey ve babam da ameliyat olmuş ama 20 yıl sonra. Aslında başlarda evde uyuz uyuz oturmaktan tutulup kalıyorum düşüncesiyle aerobik yapmaya gidip kendimi iyice hasta ediyorum. Sonra sabah tutulmaları devam edince kalkıp Marmara’ya Necmettin Pamir’e gidiyorum. Babamı o ameliyat etmiş, e Gazi Yaşargil’in de sevgili öğrencisi, söylediği hareketleri yapıyorum, ” Büyük ihtimalle bir şey yok, ama bir MR çektir bir ara diyor. Bir ara. O sırada da MR makinasının bozulacağı tutuyor ve ben ” Aman ben yine evhamdan takıyorum , boşver.” deyip o MR’ı çektirmiyorum. Hastalık hastasıyım ya hesapta. Altı ay sonra sol ayağımın siyatik siniri sıkışıyor, bacağıma bir kramp girmiş ve hiç çıkmamış gibi, neredeyse sedyeyle 3 ayrı doktora götürülüyorum, hepsi de” Ameliyat” diyor. Ameliyatı yapan Cengiz Kuday, karısı halamın kızının arkadaşı, Pamir 6 ay doluyum demiş, Amerikan’ın doktoruna güvenememişim, ameliyat sonrası Cengiz Bey, “Ağrı eşiğiniz ne kadar yüksekmiş, bu kadar büyük fıtık olduğunu bilseydim aynı gün ameliyata alırdım.” diyor, son gün tekrar morfin yapsınlar demişim, ” Salak mısın, bağımlı olursun.” demişler. Durum bu minvalde. Altı ay trafik ışıkları yeşilken karşıya geçemiyorum, yolun ortasında kırmızı yanıyor ki beni tanıyan ne denli hızlı yürüdüğümü bilir.

Çocukluğumdan beri alerjik bünyeliyim. Güneşten mite’a, tozdan, ilaca, meyveye kadar pek çok nedenden abuk subuk hallere düştüm. İki yaz gözlerim dudaklarım davul gibi şişti, damardan iğneyle atlattım. Tüm üniversite yıllarım elimde mendiller rinitten çekerek geçti. Beyaz tenli olduğum için her denize girdiğimde güneşe çıktığımda millet soyunurken ben büründüm. Hastanelerdeki ansiklopedik dosyalarımın üzerinde atopik bünyeli yazıyor, en ufak bir diş probleminde damar açıcıyla, anestezi uzmanıyla işlem yaptırıyorum. Hayır işin tuhafı, aldırış etmeyeyim dediğim durumlar ufak yüzdelerle aleyhime gelişebiliyor. Bel fıtığı ameliyatından on yıl sonra tam da kırkıncı yaşıma yaklaşırken boğazımda bir şişlik farkediyorum. Başkası olsa fark etmez bile. Hep fazlaca didiklemekten. KBB doktoru” Tiroid bu.” diyor. Tiroid geçmişim olduğundan sürekli tahlil yaptırıyorum aslında ve değerler normal. 13 yaşında ilk kez gittiğim Halil Azizlerli’ye gitmek istiyorum yine. Erkek kardeşi babamın arkadaşıydı. Randevuları  çok dolu yengesinin telefonu ile hastaneye gidiyorum orada bakıyor. “Bir ara aldır bunu kendiliğinden geçmez kızım” diyor.” Kötü olma olasılığı nedir? diye soruyorum.  “Yüzde 3” diyor. Pinpirikliyim ya, aynı ay ameliyat oluyorum. Ameliyat tetkiklerinde parça temiz, ileri tetkik sonucu öncesi bir rüya görüyorum. Sonucu şaşmaz rüyam. Hamileyim. “Sonuç kötü çıkacak.” diyorum. “Saçmalama !” diyorlar. Sonuç tahmin ettiğim gibi ” Başlangıç seviyesinde kötü hücre, karsinom. Radyoaktif iyot alma süreci başlıyor, tetkikler şunlar bunlar. O ayrı bir yazı konusu. Çünkü çok komik ve tuhaf bir süreçti. Herkesin kurşun ceketlerle yanıma girdiği günler. O zamandan beri ilaç kullanıyorum. Tahlil zamanları artık daha az endişeliyim. Ama yine de uzun süre tarama önceleri “Aman ziyan olmasın, belki ölüyorumdur.” diye alışveriş etmediğim, tahlil sonuçları iyi çıkınca kendimi ödüllendirmek için hediye aldığım yıllar.

Bunları niye anlattım. Bugün sağlık sigortalarımızın ücretsiz yaptığı check up hizmeti için hastaneye gittik. Bir dolu inceleme şu bu, sonuçları göğüs hastalıkları uzmanı değerlendirecekmiş. Bu da bana tuhaf geldi. Geçen yıl Dahiliyeci bakmıştı oysa. Aklıma “Yahu adamın elinde çekiç var, şimdi beni çivi gibi görecek.”  diye de geçti. Rapora baktım ” Sol tarafta genişleme, eski röntgenle karşılaştırılsa iyi olur yazıyor. Adam önce eski röntgeni bulamadı, gidip evden getirdim. Sonra ” Bence bir şey yok, ama damarların arkası burası anca tomografi ile belli olur.” buyurdu. Peki neden şüpheleniyorsunuz?” dedim. “Onu tomografiden sonra söyleyebilirim.” dedi. Ya da bir ay sonra tekrar röntgen çekip karşılaştıracakmış. Benim gibi hipokondriyak kadının bir ay şüphe içinde beklemesini düşünebiliyor musunuz? Bir şey yoksa da o arada geliştireceğim kesin. Neyse limiti bilmemneyi sorguladık,  daha önce randevu aldığım boyun ultrasonunu Temmuz başına erteledim. Bir saat içerdeki hastanın çıkmasını bekledim. Tabi o arada aklıma önceki bir çok doktor randevusu, sigorta olayları şu bu geliyor sinirleniyorum. Sonunda beyefendi aşağı inip bilgisayardan sonuçlara baktı, “Temiz” dedi. Yine limitimden bir yığın para gittiğine mi sinirleneyim, yoksa bir şey yokmuş diye mi sevineyim, sinir oldum. Aklıma anneannem 90 yaşının üstündeyken düştüğünde, hastaneye gittiğimiz geldi. Doktor beyinde bir kist görmüş ileri MR’lar tomografiler filan istemişti. Belki doğuştan olabilirmiş, ya da yeni gelişen bir şeymiş. “Tamam yeni gelişen bir şey ise 90 yaşında kadına ne yapabilirsiniz? diye sorduğumda. “İzleyebiliriz.” yanıtını verdi. Kızkardeşimle anneanneme bir şey söylememeyi ve oradan kaçmayı kararlaştırdık. Doğru karardı.

En kötüsü de birbirlerinin teşhisini beğenmeyen doktorlar. Devamlı gittiğim bir profesör diğerinin verdiği ilacı görünce ” Bakkaldan mı almış diplomayı?” diye sormuştu. Bakkaldan diploma aldığı varsayılan diğer profesör Marmara Üniversitesinde kendi branşının bölüm başkanıydı. Eğer hastaysanız ve iki farklı teşhis sonucu bir üçüncü doktora gitmek zorunda kalıyorsanız, o üçüncü doktor da tamamen farklı bir şey söyleyebilir. Hazırlıklı olun. Her doktorun kafayı taktığı ve önem verdiği bir şey var. Biri karaciğer yağlanması herkeste var, boşver derken, diğeri bunu insülin direnci yapıyor diye size ilaç verebilir. Bir başkası kolestrol ilacını dayarken, diğeri yan tesirlerinden bahisle size çörek otu önerebilir. Doktorlarımdan biri verdiği ilacı almayacağımı söylediğimde, “Yahu sen ne uyumlu, sakin görünüyordun. Ben problemli hastalarımın yanına x işareti koyarım, seni işaretlememişim.” dediydi. Şimdi garanti işaretlenmişimdir. Benim gibi hastalar kendisini doktoruna emanet edebilen hastalar da değildir, ille bir şüphe, ille bir sorgulama.

Bazen “Sonsuza kadar yaşayacak değilsin ya! Üstelik ölümden sonra hayata da inanıyorsun, o zaman bu panik ne? diyorum kendi kendime. Sonra Woody Allen’ın ” Ölümden korkmuyorum, sadece gerçekleştiğinde orada olmak istemiyorum. ” dediği geliyor aklıma.  Ve  böyle zamanlarda hep “Aslına döneceksin ne güzel ! ” düşüncesi ile Muzaffer Tayyip’in” Ölüm hiç de güzel değil / Ne sabah var ne akşam! dizeleri arasında gidip geliyorum.

* Muhibbi ( Kanuni Sultan Süleyman )

2 Comments


  1. // Reply

    Sevgili Nilgün,
    Yaşlar ilerledikçe doktorlarla beraberliklerin epey artıyor.
    Küçük bir şüphede onlarca tahlil ve tetkikle, endişelerin pekişiyor.
    Hele bir de internetten araştırmaya kalktığında sona çok yakın hissedip yıkılabiliyorsun.
    Bazan bu check -up lar hiç olmasa mı diyorum..

    Çok güzel yazmışsın yine…Zevkle okuyorum…Senin yazılarında çoğu kez kendi yaşantımdan parçalar buluyorum.. İfaden içten ve cana yakın.
    Sevgiler…


    1. // Reply

      Teşekkürler. Bazen ben de bu kez gitmeyeyim kontrola filan diyorum, sonra yine dayanamayıp gidiyorum 🙂

Leave a Reply to Tülay Karayazgan Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *