by

Singapur ve Batam Günlüğü 2012 / Ağustos

220px-Singapore_Airlines_Hostesses

YOLCULUK

Singapur yolculuğu öncesi iki gün kadar valiz hazırlamakla geçti. Uzun bir yolculuk olacaktı ya, gözümde büyüdü de büyüdü. Miço’yu nasıl bırakacağım, on gün nasıl geçecek, bu kadar yolu nasıl gideceğiz. Bir sürü soru beynimde döndü durdu.

Daha önce Amerika ve Kanada’ya gitmiştik. 2000 ve 2001’de. Ama birisi KLM, diğeri Lufthansa ile ve  aktarmalı yolculuktu. Uzun sürmüştü sürmesine ama, sekiz saati bile bir anda almamıştık. Bu yolculuk 11 saat kesintisiz sürecekti. 

Alana arabamızla gittik. İlk defa otoparkta yer bulmak zor oldu. Burak parasını ödeyenlerden çıkan bir hanımı takip etti ve onun yerine park ettik. Ardından Wings’e uğradık her zamanki gibi. Bir şeyler atıştırıp, zaman öldürdük. Saat 12.30’da da uçağa almaya başlamışlardı zaten. 

Singapur havayollarının hostesleri uzun desenli dapdaracık elbiseler giymişlerdi. Fotoğraflarını çekmeyi  unuttuğum için, netten bir fotoğraf buldum. Aynen böyleydiler. 

Yani Singapur Havayollarının hostesleri sıfır beden. Sonradan Singapur’a ulaşınca gördüğüm üzere  zaten kızlar da zayıf ve çoğu kısa boylu. Hatta bizden de kısalar. Bir elli, bir kırk bile olan vardır. Öyle bir yetmiş bir seksen kız görmedim. Çinliler biraz uzun ve Hintliler de Çinlilerden uzun. Böyle çoğu kısacık etekler ve şortlar giymiş, bıdı bıdı yürüyorlar. Tabii Müslümanlar hariç. Onlar tesettürlüler.

İnişteki savrulmayı saymazsak pilotlar gayet iyi uçtular. Saat 1.45’te kalkan uçak saat 5’te  ( Bizim saatimizle geceyarısı birde) Singapur’da oldu. 

Singapur Havayollarını genel olarak değerlendirmem gerekirse, Lufthansa’dan iyi diyemem. Ben lacto-ovo vejetaryan yemeği istemiştim. Önce istisnaların yemeği geliyor. Bana omlet yapmışlar ki bu kolaya kaçmaktır. Geri kalanların yemeği müslüman yemeğiydi. İsteyen tavuk, isteyen de balık aldı. Sanırım tavuk daha doyurucuydu. Arada snack ve sabah -ki bizim sabahımız değildi, saat 12 filandı-  kahvaltı geldi. Kahvaltımda da ıspanak ve mantar vardı ki, ilk defa bir kahvaltıda bunları yedim. Koysana peynir zeytin domates, Allahın Çinlisi işte. Haa bir de irtifadan dolayı( 11.000 km’nin üzerinde uçuyorduk.) habire su taşıyıp durdular.

Herkesin önünde TV ekranı vardı. Müzik kanallar, bilgilendirme, filmler, oyunlar. Ama ne hikmetse teenager çocuk filmlerini doldurmuşlar. Iron Man 1 ve 2, Avengers, Wolverine. Drama bölümünde ise iki filme başladım, ikisini de kısa zamanda kapattım. Bizim THY bu konuda çok iyiydi. Hiç olmazsa klasik duygusal filmlerden koymuşlardı da, İngiltere uçuşumda onları izlemiştim. Neyse filmlerden hayır gelmeyince bari dizi izleyeyim dedim. İki tane Big Bang Theory, 2 tane How I met your mother, bir Person of Interest seyrettim. Ama hepsi de seyrettiğim bölümlerdi. Haa bu arada Arturo Sandoval dinledim ve Dizzy Gillespie.

Hüsam çoğunlukla uyudu. Burak film izledi. Ben de arada kitap okudum. Ama sonlara doğru artık her tarafım tutuldu ve feci sıkıldım. Bu arada önümüzde Yeni Zelanda Junior Kürek takımı vardı kızlı erkekli bir gruptular. uzun boylu, sarışın renkli gözlü ve tayt giymişlerdi. Erkeklere tayt yakışmıyor. Bunu bilir, bunu söylerim arkadaş, ne o öyle. Önce balet mi bunlar diye düşündüm. Sonra formalarını gördüm. 

Singapur’a indikten sonra alanda herşeyin soldan olduğu bir yürüyüş başladı. Otelimizin check in’i saat 2’de olduğundan alanda uyuyalım diye düşündük. Ben valizlerimizi ortada bırakmayalım diye ısrar edince gümrükten geçmiş olduk ve bavullarımızı aldık ama uyunan yerlere tekrar giremedik. Bu arada bir form doldurduktan sonra gayet kolaylıkla giriş yaptık. Singapur bizden vize istemeyen ülkelerden. Otele gidelim mi gitmeyelim mi diye düşündüğümüz bir saat içinde oralarda kanepelere uzandık.

Sonra hadi gidelim bari deyip taksiye bindik. Çinli bir sürücünün olduğu bir taksiydi. Trafik soldan akıyor, ama sıkışıklık yok. Şöförler korna çalmıyorlar ve birbirlerini sollamıyorlar. Value Otel’e geliyoruz. Odamız hala hazır değil. Eşyalarımızı bırakıp çıkıyoruz.  Yakındaki bir alışveriş merkezine yürüyoruz. Her tarafta tropik bitkiler sedir ağaçları var, havaalanında da vardı. Tripodlar, palmiyeler, ama hava acayip sıcak, hemen burnu tıkanıyor ve nefes alamamaya başlıyorum. İçerde olan her yer klimalı ve buz gibi. Ama açık havaya çıkınca o basık havadan ölüyor insan. Burada çok komik bir kuş var. Bizim orman kargasına benziyor, tüm ağaçların üzerinde o kuştan var, zıp zıp dengesiz bir biçimde zıplıyor salak.

2

Neyse alışveriş merkezinde bir şeyler yedikten sonra bir otobüse bindik ve biraz dolaştık. Burada otobüsler buzdolabı gibi. Sonra otele döndük ve eşyalarımızı yerleştirip duş aldık. Ardından hepimiz saat 4’e kadar uyuduk ve uyanınca da tekrar şehre indik.

Bu üstteki cennet kuşu çiçeği. Annem bunu çiçek kursunda yapmıştı. Babam “Uydurmuşlar, böyle bir çiçek yok.” diye tuturmuştu. Sonra çiçekçide aynı çiçekten görüp göstermiştik. İşte bu Sterliçya denilen çiçekten Singapur’da her yana dikmişler. 

İkinci çıkışımızda Takashiyama Alışveriş Merkezine gittik. Orchard yolu üzerinde devasa bir yer. Her yer marka mağazalarla dolu. Aynı cadde üzerinde belki 4 tane Rolex mağazası var demek ki insanlar zenginler. 

5

6

9
Sterliçya
7
Tripodlar
8
Burada yedik

Curry Kokan Ülke

Şimdi genel olarak tüm ülke curry kokuyor. Duymamak için burnunu aldırmak lazım. Et, balık, tavuk pişirilmiş o yağ kokusu her yere sinmiş. İnsanın içinden yemek yemek gelmiyor. Ben zaten neredeyse altı aydır et yemiyorum. Bu kokuyu duyunca da insanın canı hiç bir şey yemek istemiyor. Bir de özellikle food courtlarda o yemeklerin içinde ne olduğu belli değil. Karman çorman bir şeyler. Lokantalara gidilirse yine hiç olmazsa daha düzgün yemekler geliyor insanın önüne. Zaten Hi11nt, Taiwan, Endonezya, Çin min hepsinin ayrı ayrı yemekleri var.Çoğunlukla noodle kullanıyorlar. İlk gün bir noodlecıda adamın hazırlamasını seyredip gaflete düştük, her birimiz yumurtalı birer noodle aldık. Sonradan da şiştik ve keşke yemeseydik dedik. 

1314

Bu üsttekiler ördekler. Böyle kafalarıyla filan kurutup asmışlar, feci duruyorlardı. Takashiyama Alışveriş Merkezinde bir taşımacılık firmasının bürosu da vardı ve amblemi çok hoşumuza gitti, Burak ile, onun da resmini çektim.

15

Alışveriş Merkezinin bizi deli eden dükkanı ise bir Japon kitapçısı oldu.  Kinokunuya. Güneydoğu Asya’nın en büyük kitapçısıymış. İnsan içinde kaybolur resmen. Çakılıp kaldık tabii. Burak Çizgi Roman ve Sci-Fi bölümlerini görünce deli oldu. Feci bir New Age Bölümü var. Çince kitaplar, referans kitapları, romanlar, her tür bilim, kartpostallar şunlar bunlar belki 3 saat kalmışızdır içerde. Hepimiz bir yerlere dağıldık. Hüsam benim eskiden yaptığım gibi bir kitabı okumaya daldı.  Burak da ben de bazı kitaplar aldık, ama pek çok kitapta da aklımız kaldı. Kitapları yüklenip eve götürelim istedik.

Daha sonra üst kattaki oyuncakcıları da gezdik. Burada dükkanlar saat 10’da kapanıyor. Yürüyüp otobüse bindik. Yarın çıkınca metroyu denemeye karar verdik. Aldığımız Ezkart her yerde geçiyor. 

161719

20

MARINA BAY SANDS

Şimdi efendim bu Marina Bay Sands dedikleri aslında çok büyük bir casinoyu içeren, oteli, celebrity lokantaları, tiyatroları, müzesi, her çeşit dükkanları olan marina yakınındaki bir resort. En tepesinde de gemi duruyor. Biz buraya da gittik ve gittiğimiz gün iki sergi gezdik. Birisi Harry Potter sergisiydi, diğeri ise Andy Warhol Sergisiydi. İkisi de ilginçti. Ama Harry Potter Sergisinin hediyelik eşya dükkanı işin bokunu çıkarmıştı. Acayip pahalıydı. Biz de bir şey almadık. Orada bir Çin  lokantasında Çin mantısı yedik. ( Bu yediklerimizin Çince  adları var, ama ben aklımda tutamadım. Zaten o çubuklarla da zor yiyorum. Aslında hep o çubuklarla yesem herşeyi sanırım kilo verebilirim.Resortta  dükkanları gezdik ve en üst katından Singapur’u seyrettik pek hoştu.

212223

242526

272829

313233

343536

373839

Bu adamlar İngilizceyi bozmuş Singlish yapmışlar ve onu konuşuyorlar. Zaten ne dediklerini anlamak için epey bir odaklanmak gerekiyor. Hiyo hiy hoyk sanırsın ki Çince konuşuyorlar. Bir de tam anlamıyla elekrtonik ve iletişim manyağı olmuşlar. Metroda otururken ya da ayakya hepsinin elinde geniş ekran telefonları mutlaka Sosyal paylaşım sitelerinden birindeler, ya da mesajlaşıyorlar. Olmadı film izliyorlar. Kimse kimsenin suratına bakmıyor. Yemek yiyen çiftler bile ellerindeki telefonları kurcalayıp duruyorlar. Artık metroda kitap okuyan kalmamış. 

Singapur var olanlara yeni bir metro daha eklediği için pek çok caddenin orta yeri kapalı, inşaat sürüyor. Gece otobüse binmek için yürümek zorunda kalıyoruz. Hava sıcak sırılsıklam oluyor insan sonra o buzhane otobüslere binince de hasta olmaması imkansız. Hemen yanımızdaki hırka, yağmurluk vs şeyleri boynumuza sarıyoruz.Gece sokaklarda piyasa yapan çok kişi var. Çoluk çocuk çıkmışlar. Turist dolu. Çoğu yine de Asyalı, Avrupa ve Amerikalı az. En çok beyazı gideceğimiz yalnızca kahvaltı servisi yapan bir lokantada görüyoruz.

CHINATOWN VE LITTLE INDIA

Singapur tarihi ilginç, şimdi genel olarak birazını  anlatacağım ki bu kozmopolitlik anlaşılsın.Singapur’da  bilinen ilk devlet 2. yy’da Sumatran Srivijaya İmparatorluğu, namı diğer Tamasek, yani deniz şehri,sonra 16-19. yıllarda Johor Sultanlığının bir parçası oluyor, Portekizli istilacıların eline geçiyor. Sonra British East Company adına yapılan anlaşmayla güney kısmı ticaret bölgesi oluyor. 1824’te yapılan anlaşmayla adanın tamamı İngiliz Egemenliğine giriyor. Adada üç beş Malay, bir kaç Çinli varken lastik  plantasyonları yüzünden nüfus acayip artıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya işgali var, İngilizleri kovuyorlar.Bu sırada Sook Ching Singapur’daki Çinlileri deyim yerindeyse temizliyor, ardından Malayalı Çinlilere de uzanıyor eli. 1945’te ise İngilizler Singapur’u geri kazanıyorlar. Malezya özgürlüğünü 1957’de kazanıyor. Singapur 1963 yılında Malezya’ya katılıyor, kendi başına yaşayamayacağını düşündüğünden ve ülkedeki komunistleri temizletmek için. Ama Malayların bir üstünlük kanunu var. Pumiputara hakları diye.Tabii aralarında din farkı, dil farkı da var.  1964 yılında ırk ayaklanmaları oluyor Çinli ve Malaylar arasında.1965  yılında da Singapur bağımsz oluyor. Sokaklar apartmanlar 47. yıl kutlamaları için asılan bayraklarla doluydu. Her yıl kutluyorlar herhalde bizim gibi, normalde 50. yılda gelmek lazım yer yerinden oynar diye düşünüyorum.

Bu arada en çok Budist varmış, sonra Hıristiyanlar, sonra İslam, Taoism, Hinduism. Dile gelince İngilizce, Çince, Malay, Tamil. Ama dediğim gibi adamların İngilizcesi İngilizce değil Singlish. Pidgin bir dil. Hükümet bu Singlishe karşıymış ama, zaten adamlar Çince gibi İngilizce konuşuyorlar.

Neyse işte Singapur’da bir Little India, bir de Chinatown var ki, bizim ikisine de gidişimiz başarısızlıkla sonlandı. Chinatown o kadar kötü kokuyordu ki, elli metre bile yürüyemedik, geri dönüp resmen kaçtık. Little India’da ise biraz daha fazla kaldık, bir vejeteryan lokantada yemek yedik. Küçük küçük tabaklara konmuş sebze yemekleri aşırı acılıydı. Sonradan bin pişman olduk, ülkemin yemeklerine kurban olsunlar.

 Yalnız bu iki yere gitmeden önce kahvaltı etmek için bir lokantaya gittik, işte orası güzeldi. Avrupalı Amerikalı pek çok kişi oturmuş kahvaltı ediyordu. Bizim damak tadımıza uygun bir şeyler yiyebildik.

424041

Bugün ayrıca feribot biletimizi de aldık. Botanik bahçesi ve hayvanat bahçesine gitmek istiyorum, ama tembellikten ve sıcaktan habire yeraltında dolaşıp duruyoruz. 

BATAM ADASI

 Dün Burak’a bir Mac  Pro aldıktan ve kendime uzun bir tereddütten sonra mor bir tavşan çanta seçtikten sonra otele döndük. Saat yine 11 civarıydı. Bu arada Gülgün Miço’ya her gün gidiyor ve uzunca da oturuyor sağolsun, sonra da beni bilgilendiriyor. Annem de gitmiş. Hatta bana fotoğraflarını da gönderdi Gül.  Balkonda uzanmış yatarken. Onu özledim çok. 

Bu arada elli yaşında olduğum için öyle çocuksu çantalar almamam gerektiğini düşündüm. Sadece on dakika ama. Sonra aklıma mor çizmelerim filan geldi. “Niye almayayım ki?” dedim. Ne yapayım ben böyle biriyim. 

Batam adasına yolculuğumuz 40 dakika sürdü ve biz çoğunlukla uyuduk. Adaya gelince bir hafta için 10 dolar vize parası ödedik adam başı. Burası 1960’larda filan kalmış gibi. Pek temiz değil. Deniz zaten atıklardan iyice kirlenmiş. Sokaklarda binlerce motosikletli var. Kızlar da kullanıyorlar. Otelimiz temiz ve lüks. Ama geri kalanı berbat.

Akşam yakındaki alışveriş merkezine gittik. Yine zaman tüneline girmiş gibi olduk. Burada halk daha çok müslüman. Her tarafta “Ramazan kutlu olsun.” yazıları var. Tabii Çinliler de var. Akşam Pizza Hut’ta pizza yedik. Sanırım geldiğimizden beri ilk kez doyduk. Peynirli stickler vardı. Onlar da hoşuma gitti. On onbeş tane kız, dört tane erkek çocuk uzunca bir masada doğum günü kutluyorlardı. Hep beraber “Happy Birthday to youuuuu” diye şarkı söylediler Allahın Endonezya adasında , düşününce insan gerçekten komik buluyor. 

444546

474849

535152

Sokaklar güvensiz gözüküyor, taksi ile gidip gelmek lazım. Bizim paramız Endonezya parasından daha değerli. Gittiğimiz alışveriş merkezi sahte çantalar satan dükkanlarla doluydu. Hepsi Gucci, hepsi Prada. 

BATAM ADASI İKİNCİ GÜN

Singapur beş saat öndeydi bizden, yaz saati uygulaması filan yapmadığından. Batam ise dört saat önde. Sabah yediye çeyrek kala uyandığımda, gece de geç yattım, amma erken uyandım diye sevinmiştim. Bilgisayarımın saatinin kendini güncellemediği sonradan aklıma geldi. Böylece sabah kahvaltısını kaçırmış olduk. Gerçi sabah kahvaltısı ediyoruz gibi hissetmiyorum yurt dışındayken. Kruvasanlar ya da Subway’den sandwichler kahvaltı değil gibi. Benim için adam gibi çay, ekmek, peynirler, domates, siyah zeytin, reçel, haşlanmış yumurta filan olmalı. Bir taksi çağırıp yakındaki bir otele gittik. Sanırım nette iyi yorumlar varmış. Öğle yemeği yedik doğrudan. Otelde büyük iki akvaryum vardı. Bir balık vardı çok komik. Gemi gibi bir şeydi, fotoğrafını çektim. Deniz ürünlü sebzeli bir tabak yemeği yemeye çalıştım, ama sadece sebzelerini yedim. Sanırım geç yemek yediğimizden başım ağrımaya başladı. İki vermidon aldım. Galiba sonunda pescatarian olmaktan da vazgeçip lacto-ovo vejetaryen olacağım. O ahtapotları bilmemneleri yemek gelmedi içimden. Aşağıda otelden dışarısı var. pencerelerde begonviller dikili. Sonra Ramazan Bayramı kutlama yazısı,oteldeki balıklı restaurant, balıklar, papaya suyu denedim, ama hoşuma gitmedi, benim için fazla tatlıydı.Muz kızartmalı dondurma güzeldi.

555657

585960

 Otelden çıkınca bir başka alışveriş merkezine ve bir otele daha gittik. Sırf etrafta ne var diye sormak için. Bizim oteldeki turizm görevlisi kız doğru düzgün İngilizce konuşamıyor. Hani başka oteldekiler belki konuşabiliyordur diye. Ama etrafta ne var deyince bir şey söyleyemiyorlar. En son gittiğimiz otelin 23. katından Batam’ı yukardan seyrettik. Denizde bir çok gemiler var. Elizabeth Church var güzel, o gözüküyor. Ana bir çok eski püskü binalar da gözüküyor.

Geldiğimizden beri dört tane kedi gördüm. İkisinin kuyruğu kesikti.Hepsi de sağlıksız gözüküyorlardı. Sonuncusu kara kediydi. Onu  fotoğrafını çektim.

626364

656667

686970

Akşam otelden çıkmadık. Japon Restaurantında yemek yedik, sonra TV, okuma, internet. Pazartesi günü Wings ile konuşup Singapur’a mı geçeceğiz, yoksa eve mi döneceğiz karar vermemiz gerekiyor. Burada kalınacak gibi değil çünkü.

BATAM ADASI SON İKİ GÜN

Otelimiz güzel. Ama dışına çıkınca birden zamanda geri gitmiş gibi oluyoruz. Bu sadece sağa sola toplanmış, dik dik bakan erkekler yüzünden değil. Yerler pis, akar su, deniz pis. Otel dışındaki binaların   etrafı pis. Yollarda ya koca koca jipler, ya da motosikletler var. Ama öyle böyle değil. Aynı anda yirmişer otuzar motosiklet birden gidiyor. Karşıdan karşıya geçemiyorsunuz. Çift yönlü yol ve her yer motosiklet dolu. manyak bir görüntü.

818082

83

Hipermarket filan diye geçen alışveriş merkezlerinde şu tip dükkanlar göze çarpıyor. Ya islami usule göre hazırlanmış, tesettür giysiler ve başı örten ve aşağıya doğru sarkan örtüler, ya da şortlar penyeler dolu giysi dükkanları. Ama en çok çakma Gucci, Hermes, YSL filan satan çantacılar. Aradığınızda otantik bir kumaş, şal vs dükkanı bulamıyorsunuz. Tabii muhtemelen Jakarta filan farklıdır, burası böyle. Son gün parlak kumaşlar satan bir dükkana rastladık. masa örtüleri filan satıyordu. Son gün bir markete girdik. Bizim Carrefour’a benziyordu ve oldukça da kalabalıktı. Meyve bölümünde ilginç bir şeye rastladık. Bizim kılıç çiçeğinin uzun yapraklarını ayırmışlar, yemek üzere satıyorlardı. Burak’ın bu yaprakla fotoğrafını çektim.

Son gece otelde Japon lokantasında yemek yedik. Fena değildi, ama her şeyin içine biberi basmaları o yemeği yenilmez hale koyuyor. Markette biber bölümünün de epeyce zengin olduğunu gördük.

Son iki sabah otelimizde kahvaltı ettik. Açık büfe kahvaltı var, yemek filan da koymuşlar. Dikkatimizi çeken şey peynir olmayışı. tereyağı ve reçel çeşitleri var, yumurta, cornflakesler şu bu, makarna , pilav , sosisle, salamlar, ama peynir yok. Peynir ki benim vazgeçilmezlerimdendir. Bir kahvaltıda peynir yoksa o benim için kahvaltı değildir. Haa, zeytin de yok. Neyse işte otel odamızda biri büyük biri küçük iki TV vardı. Bol kanallı, film , haber kanalları olan çok dilli bir uydu TV’si. Bu arada Neil Armstrong’un ölümünü de bu TV’den duyduk. Üzüldüm resmen. Ne kadar tanıdık olmuş Neil. Daha önce seyrettiğim bazı filmlere rastladım. Seyretmediklerim de vardı, ama pek takılmadım. Haa bir ara bir belgesel seyrettim yalnız, bir kaplan suya girdi, bir timsah avlayıp yedi, müthiş bir şeydi.

Pazar günü Kuala Lumpur’a mı geçelim, yoksa eve mi dönelim konusunu tartıştık, hatta otel baktık, ama nedense artık kalıp yemek, sıcak ve yol ile uğraşmak istemiyoruz.yeni yerler görme arzumuzu da kaybetmiştik. Pazartesi Wingsin açılışını bekleyip dönüş için bilet ayarlamaya karar verdik.

DÖNÜŞ YOLCULUĞU

1. Batam’dan ayrılırken bacağımı merdivene vurdum morardı.

2. Batam’a geldiğimizde olduğu gibi giderken de Batam Fast’in açgözlü elamanları extra para istediler vermedik.

3. Havaalanına taksi yerine metroyla gittik, o tarafa giden metro çok doluymuş ve uzakmış onu öğrendik.

4. Chan-gi Havaalanı çok büyük, çok çok büyük. Onu görünce bizimkine havaalanı demek gelmiyor insanın içinden.

5. Havaalanından kendime kuş gözleme dürbünü aldım, yarın Saklıköy’de kuş gözetleyeceğim.

6. İlk üç saat habire salladı uçak, feci tırstım. 

7. Bir daha 11 saat uçmam, insanın her tarafı tutulup kalıyor.

8. Havaalanında bir valizi unutmuşuz, Hüsam dönüp aldı. Üç kişi beş valize sahip çıkamadık.

9. Burak’ın M and M’leri de çıkmadı torbalardan, ne olduysa, kepazelik.

10. Eve gelince Miço çok mutlu oldu, biz de tabii.

11. Annem bize yemek yapmış. Koskoca tabak zeytinyağlı fasulyeyi bir oturuşta bitirdik. 

12. Bir önceki gece yağmur yağmış, hava esiyordu ve curry kokmuyordu, yeri öpesimiz geldi 🙂

13. Bundan sonra Ekvator yakınına gitmemeye karar verdik.

14. Mümkünse soğuk olsun.

909196

979899

2 Comments


  1. // Reply

    Mor çantan kadar, anlatımın da çok renkli ve keyfliydi…


    1. // Reply

      Mor çantamı kız kardeşime ev almaya giderken yanıma almıştım. Senin yüzünden evi satmayacaktı adam bu yaşta , o mor tavşan çantayla geliyorsun diye söylendiydi ahahah !

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *