by

“Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca”*

Son zamanlarda insanların birbirlerini görür görmez ” Aaa, sen biraz  kilo mu aldın ?” Ya da ” Ay incelmişsin sen şekerim” diyerek selamlaması giderek iyice batmaya başladı.Daha da kötüsü en az üç kişi oturup sohbet ettikten sonra, birinin erken ayrılmasından sonra başlıyor. “Ay, ne kadar çökmüş, saçları da iyice dökülmüş, ya da o güzel kızdan, yakışıklı delikanlıdan eser kalmamış.” diye hemen dedikoduya başlanıyor. Asıl mesele ” Ben hala gencim, güzelim’e “getirmek konuyu. Şimdiye kadar ” Ne kadar olgunlaşmış, ya da tam bir entellektüel olmuş, veya başarıları beni sevindiriyor.” gibi yorumlar duydunuz mu ? Ben eğer duyacak olursam 3. Dünya Savaşı çıkacakmış gibi endişeleniyorum, o kadar alışılmadık çünkü. “Giderek yaşlanıyoruz, bu normal” diye düşünsem o da değil;  daha genç gruplarla, ortaokuldan, liseden, üniversiteye kadar her yaşta gençlerle biraradayım, onlarda da durum böyle, fiziksel güzellik üzerine yoğunlaşmış durumda hepsi yani.

On on bir yaşında filandım sanırım. Birdenbire gözlerimin bozuk olduğunu anladık. Göz doktoruna gitmeden önceki durumdan çok,  gittikten sonraki durum aklımda kalmış. Uşak’taydık. Odamda oturup pencerenin karşısındaki tepede ağaçlar olduğunu farketmiştim. Bir buçuk miyop. Bir de annemin oturup ağladığını anımsıyorum. Gözlerimin bozuk olmasından çok, onun ağlıyor olmasına sinirlenmiştim. Bir de “Ben spiker olursun diye heveslenmiştim.” diye bir açıklama yapmıştı ki,  o zamana kadar spiker olmanın aklıma bile gelmediğine mi güleyim,  o zamanların en ünlü iki spikerinin ( Zafer Cilasun ve Jülide Gülizar ) şişe dibi gibi gözlük takmalarını mı hatırlatayım bilememiştim.  O  zamanlarda bile insanlara bakınca gözlüklü olup olmadıkları, şişman ya da sıskalıkları, ya da çirkinlik ya da güzelliklerini görmediğimi, zekaları, eğitimleri, ne düşündükleri, insanlara davranışları gibi unsurları daha çok önemsediğimi hatırlıyorum. Annem de bir süre sonra “Neyse sana lens alırız.” diyerek kendisini avuttu. Gerçekten de o ilk zamanların sert lenslerinden alarak kullanmaya başladım üniversitede. Gözlerim dört buçuk derece olmuş, Eski Türkçe yoğun okuduğum bir yılın sonunda da beş buçuğa yükselmişti. Lens takmak görme kalitesi açısından yaşam kalitemi yükseltti. Öte yandan gözlükler de o kadar  estetik ve kaliteli hale geldi ki çoğu zaman gözlüklü hallerimiz gözlüksüz halimizden daha tercih edilir oldu. Çoğu kez gözlükle daha karizmatik bile olunabiliyor. Gençliğimin gözlükleri ise berbattı.

1176153_10151819751753686_1622276860_n-2988448_10152266572223686_965103089_n

Bizim gençliğimiz daha çok bot kot mont şeklinde, hatta mont da  demeyelim, yeşil parkalarla geçti. Marka giymekten çok annemizin, ablamızın eskilerini giydik çoğumuz. İlkokuldayken annem evde işlerini kolaylıkla yapsın ve gün verimli geçsin diye beni hep sabahçı yazdırırdı. Sabah hazırlanmam uzun sürmesin diye de saçlarımı kısacık kestirirdi. Zaten kıvırcık olan saçlarımı şöyle mi tarayayım böyle mi tarayayım diye bir endişem hiç olmadı. Evlenmeden önce “Kotla evlenicem ben evlenirsem.” diye o kadar çok söylenmiş olmalıyım ki, gelinlik seçme işini bile bana bırakmadılar. Hala salaş, rengarenk, paspal şeyler giymekten çok hoşlanırım. 2002 yılında bel fıtığı ameliyatı geçirmemin baş nedeni de üniversitede bir görüşme için giymek zorunda kaldığım kısacık bir topukla merdivenlerden düşmemdir. Alışmadık şeyde don durmaz misali. Hiç unutmam öğretmenken ilkokul beşlerimden bir çocuk” Öğretmenim siz çok tuhaf giyiniyorsunuz.” dediydi de, sınıf öğretmeninin elinden zor aldıydım, bırak çocuğu haksız sayılmaz diyerek. Güzellikte giyimin önemi ile ilgili bir sözümüz de var. ” Güzellik ondur, dokuzu dondur.”

Geçen hafta yurt arkadaşlarımızla toplandık. Bazılarıyla uzun süredir görüşememiştik. hepimiz çok mutlu olduk. Sonra Facebookta bir grup kurup, okul yıllarımızdaki ve sonra buluştuğumuz zamanların fotoğraflarını yükledik. Tabii okul biteli otuz yıldan fazla oluyor her birimizin boyumuzu geçen çocukları var. O zamanki fotoğraflarımız bile renkliden çok siyah beyaz. İnsan ister istemez, gençliğini ve şimdiki halini karşılaştırıyor. Ben aramızda hayıflanan olduğunu görmedim, tam tersine daha donanımlı, cesur, olgun ve hayattan zevk alan kadınlar haline dönüşmüşüz. Sonra gençliğinde pek güzel olan anneannem bile çok uzun süre yaşından genç gösterdi, 101 yaşında vefat etti, ama işte öyle ya da böyle fiziksel olarak değişimi kabul etmek zorunda kaldı diye düşündüm. Belli bir sürecin ürünleriyiz hepimiz. Daha genç, daha güzel diye diye plastik cerrahiye başvuranları da aklıma getirdim. Özellikle Kore ile ilgilendiğim için, orada sırf bu iş için düzenlenmiş hastaneler, estetiksiz ünlü olmaması, önceki sonraki fotoğraflar son zamanlarda hep gözümün önünde.

Park Min Young
Park Min Young

 

Her bir şey güzellik üzerine kurulmuş gibi.  Hani ünlü erkek ya da kadın oyunculara filan sorarlar ” Bir erkekte / kadında ilk nereye bakarsınız?” diye. O da mutlaka ” Gözlerine bakarım” diye cevap verir, utangaç bir gülümsemeyle. Ben şimdiye kadar hiç göğüslerine bakarım, ayak bileklerini süzerim, ya da erkekte köprücük kemiği, ya da ense dikkatimi çeker diyenini görmedim. Gözler duyguları yansıttığı için hakkımda ne düşünüyor algısını sezmek adına ilk bakılan organ olabilir. Ama bu külliyen yalan da olabilir. Öyle ya da böyle, ilk dikkatimizi çeken fiziksel özellikler.  ” Güzele bakmak sevaptır .” diye sözümüz var. Gerçi son zamanlarda ” Çiçek de güzeldir, kiraz da güzeldir, niye aklınıza yalnızca nefsani güzellikler geliyor.” diye savunmalar okuyorum, tabii ki Mevlana’nın dediği gibi “Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür.” Ama derinliğine düşünmeden güzel  ya da yakışıklı  deyince hepimizin aklına neler geldiği malum. “Güzele ne yaraşmaz.” deriz. Güzelse ne giyse yakışır misali. “Yüzü güzel olanın huyu da güzel olur, insanın yüzü içinin aynasıdır.” deriz. Ama ne yüzü güzel, içi çirkinler vardır, çoğumuz onu da biliriz.

Öte yandan güzellik zamana, ülkeye, kişiye göre de değişen bir kavram. Aklıma hemen o boyunlarına halka takan kabile geldi mesela, Tayland sınırında, Karen kadınları.  Kadınlar boyunlarını uzatıp güzelleştiklerini sanıyorlar ya, o kabilenin erkeklerine göre de güzelleşiyorlar ki, bu eziyete katlanıyorlar. Bir de eskiden ayaklarını küçültmek uğruna mengene gibi minnacık ayakkabılar giyen Çinliler var. Güzellik bir de bakan kimsenin gözündedir. Ne demiş Aşık Veysel ” Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa” yani “Gönül kimi seviyorsa, güzel odur .” kısacası.  Bizim bu sözün bir de “Gönül bu, ota da konar bka da!”  versiyonu vardır ki , o  biraz daha vulgardır. Karşımızdakini güzel görmemiz de yetmiyor aslında, Karacaoğlan’ın dediği gibi ” Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca”. Güzel olmuş bana ne yani, benim olmadıktan sonra.

İnsan bazen   beğendiği kişiyi, yaşlanıp olgunlaşınca yakışıklı, ya da güzel bulmayabiliyor. Ben bu çocuğun nesini beğenmişim, ya da bu kızın neyinden hoşlanmışım diye kendimizi sorgular hale geliveriyoruz. Eğer konu güzellikse. Bazen de ” Aman iyi ki o kızı almamışım, muşmulaya dönmüş, ya da o çocukla evlenmediğim iyi olmuş , saçları tamamen dökülmüş.” diye konuşanlar oluyor arkadaşlarımdan. “Sanki sen aynı mı kaldın”, ya da “Bunca sene güzellik, ya da yakışıklılıkla mı idare edecektin bu ilişkiyi ?” demek geliyor içimden, sonra “Sus Nilgün” diyorum.  Ama yiğidi öldürüp hakkını da vermek lazım. İç güzelliğiyle ilgili sözlerimiz de var “Güzele kırk günde doyulur, iyi huyluya kırk yılda doyulmaz.” Ya da Yüz güzelliği hamamdan eve, öz güzelliği Urumdan Şam’a ” gibi. İnsanlarımız da yalnızca dış güzelliğin işe  yaramadığını anlıyorlar zamanla.

 

Karen Kadınları
Karen Kadınları

cinde-ayak-kucultme-gelenegi

 

 

 

 

 

 

Biz “Bir dirhem et bin ayıp örter.” çağında yaşasaymışız, işimiz epeyce kolaylaşacakmış. O zamanların en ünlü oyuncuları bile resmen balık etinde. Her ne kadar ülkemizin beğenisi icabı blumik çocuklar yetiştirmiyorsak da, gençlerimizin zayıflama kaygısına düşmeye başladıkları da bir gerçek.

skinny
Sıskayken erkeklerin beğenmediği, kilo alınca istediği kişiyle çıkabilecek mazinin hatunlarından biri, o zamanlarda mı yaşasaymışız ne?

 

“Güzellik konusunu Özdemir Asaf ile bağlayalım derim, Yuvarlağın Köşelerinden iki alıntıyla :

” Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir. Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.

Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir. Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.

Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır. ” ( Güzele – 642 )

 

” İyiyi mi seçersin, güzeli mi ? diye sorsalar bana.

Her ikisini de ikiye böler, yarım birinden, yarım öbüründen bir harman yapar kafamla gönlüm arasında paylaştırırdım, derim.

Nasıl olsa onlar sonra kendi aralarında değiş-tokuş yapacaklardır da ondan.”

( Sempati Kanunu – 651 )

 

 

 

* Karacaoğlan

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *