by

Yavaş Yavaş Ölürler Seyahat Etmeyenler

226245_5440113685_3384_n
Paris, Louvre Müzesi

Anais Nin, “Hepimiz seyahat ederiz, ama bazılarımızın yolculuğu başka yerleri, başka hayatları ve başka ruhları tanımak için sonsuza dek sürer.”demiş ve Pablo Neruda da “Yavaş yavaş ölürler seyahat etmeyenler” der bir şiirinde. “Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler /Vicdanlarında hoşgörmeyi barındıramayanlar./ Yavaş yavaş ölürler / Alışkanlıklarına esir olanlar, her gün aynı yolları yürüyenler / Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler / Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler / Veya bir yabancı ile konuşmayanlar / Yavaş yavaş ölürler.”

Ailesinde durduğu yerde duramayan pek çok kişiyi barındıran biri olarak, onlarla karşılaştırıldığımda belki de çok gezen biri değilim, bir gezginci ruhu taşımadığım da bir gerçek. Ama yine de başka yerleri, başka  hayatları, başka ruhları tanımak benim için de  çok önemli. Bazen ekonomik olarak hali vakti yerinde olup da, hayatında hiç bir yabancı ülkeye gitmemiş, hatta kendi ülkesinde bile iki üç şehirden başkasını görmemiş insanlara rastlıyorum. Oldukları yerde dönüp duruyor gibiler. Üstelik pek çoğu “En güzel bizim ülkemiz, bizdeki güzellikler başka ülkelerde yok.” diye ahkam kesiyorlar. Doğal ve tarihi güzellikleri olan bir ülkeye sahip olduğumuz ve onu çirkinleştirip, mahvetmek için elimizden geleni yaptığımız bir gerçek tabii. Bu başka bir yazının konusu. Olanağımız varsa başka kentler, insanlar, denizler tanımanın, oraların havasını solumanın, insanlarını hissetmenin heyecanı pek çoğumuzca biliniyor artık.

Çocukluğumda Almanya’ya, bazen Fransa ve Amerika’ya ve tabii hacca giden bazı tanıdıklarımız vardı. Dayılarım yurtdışında yaşıyorlardı. Pek çoğumuz en fazla trene ve gemiye binmiştik. Seyahat deyince mazot kokulu otobüsler ve araba tuttuğu için her daim kustuğum geliyor aklıma. Yılda bir kez babam yıllık iznini kullandığında, hangi kentteysek oradan çıkar ve İstanbul’a giderdik. Daha sonraları bazı kamplar için deniz kenarına gittiğimizi anımsıyorum. Yataklı vapurlar ve mesafe ne kadar kısa olursa olsun, otobüsler ve trenlerde yolda yenilmesi için yapılan kuru köfte ve haşlanmış yumurtaların kokusu hala burnumda. üstelik yanımızda ne varsa karşımızda oturan yolcuyla paylaşılır, etrafı kesif bir yiyecek kokusu kaplardı.

29.07.1966 İzmir istanbul Vapur
29.07.1966 İzmir İstanbul Vapuru, babam, annem, fotoğraf makinasının sahibi bayan babaannem ve ben

Okullu olduğum çağlarda anne ve babamın evhamı yüzünden çok nadir geziye katılabilmişimdir. Üniversitedeyken de pek çok geziye ekonomik koşullar yüzünden gidemedim. O yüzden gezmeye çalışmaya, para kazanmaya başladıktan sonra başladım diyebilirim.  Geziler beni heyecanlandırsa da, bir parça otistik yapım nedeniyle değişiklik olacak diye gitmeden önce kendi kendimi yerim. Zaten nerde sabah orda akşam bir yapım hiç olmamıştır. Akrabalara yatıya gittiğimizde bile yastığım değişti diye uyuyamam. Uykusuz yapım nedeniyle geceyarıları uykusuz oturur, birileri rahatsız olacak diye tuvalete kalkmaktan çekinir, yer ve iklim değiştiyse alerjik nezlem azar, büyük olasılıkla burnum tıkanır, yemekleri yadırgar, fazla sosyalleşmekten ne yapacağımı şaşırırım. İşin tuhafı arkadaşlarım beni sosyal, konuşkan ve girişken biri olarak bilirler, halbuki ben apaçık içedönük biriyimdir.  Son yıllarda evde kedim de olduğundan ve bir haftadan fazla evde olmazsam resmen depresyona girdiğinden gittiğim her gezide aklımdan çıkmıyor. Yastığımın yanında yatan bir kedi eksikliği, gece uykudan uyanıp tedirgin olmama yol açabiliyor. Üstelik uçmaktan fena halde tırsıyorum. İniş ve kalkışta sürekli hostesleri gözlüyor, servise başladıklarında biraz sakinleşebiliyorum. En ufak bir türbülansta gözlerinin içine bakıyor, on saati geçen uçuşlarda devamlı oturmaktan kaskatı kesiliyorum. Havaalanlarını sevmem, çoğu kez uçuşları katlanılır kılıyor. Gemilere gelince aynı uçaklarda olduğu gibi ayağım karada değil diye çok rahat değilim. Çocukluğumdan beri kabuslarımın çoğu deniz kazalarıyla ilgilidir. Otobüslerde ise , ne kadar uykusuz olursam olayım, oturur, şöförü gözlerim, uyudu mu uyumadı mı diye. “E o zaman gezmek senin neyine, otur oturduğun yerde , salak mısın nesin! “dediğinizi duyar gibiyim. Ama işte kazın ayağı öyle değil. Her yıl bir yerlere gideyim diye resmen karnımda kelebekler uçuşuyor. Bir yerler seçiyorum, ucuz bilet arayışına giriyorum ve sonraki aşamalar geliyor.

11034449_10153057832328686_6080036852434896453_o

Gezi öncesi sıkı bir internet araştırması ve gezilecek yerleri anlatan kitaplar almak benim için önemli. Bir deftere gezilecek yerleri not ediyorum. Çoğu kez ailecek gittiğimiz için, gideceğimiz süre içinde dengeli olarak tarihi yerler, müzeler, parklar, ilgilendiğimiz alışveriş merkezleri, kitapçılar, müzik dükkanları, bit pazarları, antikacılar geziliyor. Bir iki gün ayrı ayrı gezdiğimiz de oluyor. Gideceğimiz dönem içinde ne etkinlikler var ona bakıyoruz. Çoğu kez sergi ya da konser, tiyatro ya da başka bir gösteri için zamanımız da olabiliyor. Gezilerin bir kısmında mutfağı olan yerlerde kaldığımız için market alışverişi yapıp, yemek de pişirdiğimiz oluyor.

Sanırım en çok ne yiyeceğimiz ve hangi lokantaya gideceğimiz konusunda kavga ediyoruz. Bu yüzden yemek her zaman geç yeniyor. Kahvaltı önemli olduğundan en çok sabah güçlük çekiyoruz. Son zamanlarda kendi ağız tadımıza uygun yemek bulmanın zor olduğu yerlere gitmeye başladık. Kore’de sabah kahvaltısında balık yeme, ya da çorba içme durumunda kalıp, ağır baharatlardan ötürü Singapur’da curry kokusundan baygınlık geçirdiğimiz zamanlar oldu. Sonuçta hep İtalyan mutfağı bizi kurtardı. Araba kiraladığımız yerlerde kaybola kaybola dolaştık, hatta ben Kanada’da resmen ölümle sonuçlanabilecek bir trafik kazası bile geçirdim. Temmuz ayında 36 derece sıcaklıktan kalkıp  11 dereceye gittiğimiz, ruhumuzun huzur bulduğu yemyeşil yerlerde, sakin sakin dolaştıktan sonra kavga gürültünün olduğu kaosa geri döndüğümüz gezilerimiz oldu.

Dublin
Dublin

Her gezide biraz oralı gibi yaşamaya çalıştık. İnsanları tanımaya, gezmenin yanısıra TV seyretmeye, gazete okumaya, kültürel etkinliklere katılmaya  gayret ettik. Ben çoğu gezinin ardından bir gezi günlüğü yazdım. Yazmaya çalıştım. Eskileri ele alırsak, bilindiği gibi bizde gezi edebiyatı çok fazla gelişmemiştir, biyografinin gelişmediği gibi. Evliya Çelebi Seyahatnamesini bir kenara koyarsak, daha uzun anlatmak istediğim Ubeydullah Efendi Seyahatnamesi gibi seyahatnameler pek azdır. Şimdilerde gezip gördüklerini anlatanlar çoğaldı. En azından internette, bloglarda bize ipucu olabilecek, gezilere gitmeden önce yararlanabileceğimiz, ya da gitmesek de okuyup öğrenebileceğimiz pek çok detay bulabiliyoruz. Gençlerimiz Interrail, ya da Erasmus sayesinde daha çok yer gezip, görüyor, sonra da izlenimlerini yazabiliyorlar. Ucuzlayan bilet fiyatları ekonomik olarak daha önce gezilere gidemeyenlerin de farklı kültürlere ulaşabilmesini mümkün kıldı. Turlar dil bilmeyenlere yardımcı oluyor. TV’lerde gezi programları oldukça arttı. Gezgin ruhlar için  ne hoş bir ortam.

200110_10151288379113810_888825675_nGezi deyince yalnızca ülke dışını düşünmemek gerek. Elimize bir fotoğraf makinası alıp Anadoluhisarına, Zeyrek’e, Sultanahmet’e,Sapanca’ya, kuş gözlemeye Göller Bölgesine, ya da yalnızca baklava yiyip geri dönmek için Gaziantep’e bile gidebiliriz. Kentin görmediğimiz müzeleri, yürüyüş yolları, patikaları bizi bekliyor. GATA’nın yanında nefis bir İngiliz Mezarlığı var mesela. Sanki İskoçya’da bir yerdeymişsiniz hissiyle mezar taşlarını okuyabilirsiniz. Ben eski Türkçe mezar taşları okumaya da meraklıyımdır.  Yeni Türkçe olanları da. Okuldayken bir arkadaşımla Aşiyan’da mezarlığa gider, hem kuzukulağı yer, hem de mezar taşlarını okurduk. Tabii gezi deyince illa benim gibi mezarlık gezmenize gerek yok, ama R. L Stevenson’un dediği gibi dünya o kadar çok şeyle dolu ki, eminim hepimiz krallar kadar mutlu olabiliriz.

10968157_10152992256598686_1067158847_n
İngiliz Mezarlığı

 

 

10553853_10153057884708686_1135146791223479213_o
Seoul

 

1 Comment


  1. // Reply

    Nilgün’cüm,
    Yine sanki benim düşündüklerimi, yaşadıklarımı ifade etmişsin gibi zevkle okudum.
    Kalemine, ” klavyene” kuvvet…

    Bende her gün gazete okuduğumda seyahat sayfalarını veya eklerini yakın zamanda bir yere gitme planım olmasa da didik didik okurum….

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *